NE SÖYLEDİĞİN DEĞİL NASIL SÖYLEDİĞİN ÖNEMLİDİR

Bir Ortadoğu kralı korkunç bir rüya görmüş. 

Rüyasında tüm dişleri birer birer dökülüyormuş.

Altüst olan kral, rüya yorumcusunu çağırtmış.

Adam kralın rüyasını endişiyle dinlemiş ve şöyle yorumlamış:

Hünkarım, padişahım, devletlüm, size kötü haberlerim var.

Bütün dişlerinizi kaybetmeniz, tüm ailenizi kaybedeceğiniz anlamına geliyor.

Bu kötü yorum kralı öfkelendirmiş.

Söyleyecek daha iyi bir şeyi olmayan yorumcu zindana atılmış.

Sonra kral bir başka yorumcu çağırtmış,

O da rüyayı dinlemiş ve şöyle konuşmuş:

Sultanım, size iyi haberlerim var. Siz ailenizin en yaşlısı olacaksınız, tüm aile fertlerinden daha uzun yaşayacaksınız.

Kral çok sevinmiş ve yorumcuyu cömertçe ödüllendirmiş.

Fakat saray erkanı bu duruma çok şaşırmış, "senin söylediklerin zavallı selefinin söylediklerinden gerçekte çok da farklı değil, fakat sen ödül alırken o neden cezalandırıldı?" diye sormuşlar.

Yorumcu cevap vermiş: "Haklısınız, ikimiz de rüyayı aynı şekilde yorumladık. Fakat asıl mesele şudur: Ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemlidir."

Hikayenin alıntılandığı yer: https://www.facebook.com/psikoterapilervetasavvuf

Ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemli


Koç hikayemize bir göz atmanızı isteriz.

TERAPİSTİN SUFİ OLURSA 

 Umutsuzluk, karamsarlık, varoluşsal boşluk, narsisizm, içsel çatışmalar, insan ilişkilerinde incinmeler, melankoli, bitmeyen içsel konuşmalar çağımızın en yaygın sorunları arasında. 
 Bu sorunların çözümü için Mevlana ve Yunus Emre gibi sûfiler bize ne tür formüller öneriyor? İşte "Terapistin Sûfi Olursa" bu konuları ele alıyor. 
 Sanatçıların 200'e yakın hat, ebru, minyatür, resim ve fotoğrafı kitaba zenginlik katıyor. Bunun için kitap kuşe kağıda basıldı.

AKLI KARIŞIK

▶ Yaşadığımız hayatın gerekleri ve gerçekleri ile inançlarımız ve değerlerimiz arasında gel-git halindeyiz. 
▶Aklımız bir yana savruluyor kalbimiz başka bir yana. İnançlarımız ile modern bilim arasında tutarsızlıklar yaşıyoruz.
▶Aklı Karışık işte bu türden karmaşalara karşı hikmete dayalı bir çözüm arayışı.

Ali Rıza Bayzan

TEMİN YOLLARI:
▶ D&R mağazalarından, adresleri şu linkte: www.dr.com.tr/magazalar
▶ NEZİH kitabevlerinden, adresleri şu linkte: www.nezih.com.tr/magazalarimiz
▶ Diyanet Vakfı kitabevlerinden, adresleri şu linkte: www.tdvyayin.com.tr/kitabevlerimiz/
www.kitapyurdu.com www.dr.com.tr ve diğer kitap siteleri
▶ Avrupa'daki dostlarımız www.kitapavrupa.com adresinden temin edebilir kitaplarımızı.


Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyor ki:
Sırf nefsini esirgeyen kimse merhametli değildir; merhametli kimse hem kendini ve hem de başkalarını esirgeyendir.
İnsanın kendine karşı merhametli olması; kendini Allah (c.c.)'ın azabından esirgemesi, yasaklarını işlemekten sakınmasıdır. Başkasına karşı merhametli olmak da, İslam'ın tespit ettiği kul haklarına ve canlılara hürmet- riayet etmek, başkalarına zarar vermemektir.
İmam Gazali ks.(ö.1111), Kalplerin Keşfi


Rüyada Problem Çözme
Rüyaların gerçek hayattaki problemlerimizi çözümlemeye ışık tuttuğunu nasıl ispatlayabiliriz? Bir kaç yıl önce uyku ve rüya konusuna ilk eğilenlerden Amerikalı araştırmacı William C. Dement, Stanford Üniversitesi’nin 500 öğrencisine bir problem verdi ve o geceki rüyalarını not etmelerini istedi.

Problem O, T, T, F, F harfleri arasındaki bağlantıyı bulmak ve sonra gelecek iki harfi tespit etmekle ilgiliydi. Zor görülmekle birlikte, kolay bir çözümü olan bu soruya, dokuz öğrenci doğru cevap verebildi. Bunların ikisi problemi, gece yatmadan önce, yedisi ise rüyalarında çözmüştü. İşte biri rüyasını şöyle anlatıyor: “Bir sanat galerisinde duvardaki resimlere bakıyordum. Yürürken resimleri saymaya başladım… bir, iki, üç, dört, beş. Fakat altıncı ve yedinciye gelince, resimler çerçevelerinden ayrıldılar. Boş çerçevelere bakarken, bir esrar perdesinin aralanmakta olduğunu hissettim. Aniden altıncı ve yedinci boşlukların problemin cevabı olduğunu anladım.”

Problemin çözümü gerçekten altı ve yediydi. O, T, T, F, F harfleri İngilizce bir, iki, üç, dört ve beş rakamlarının baş harfleridir ve sonra gelecek iki doğru harf de, altı ve yedinin baş harfleri olan S ve S olacaktır. Bu rüyalar aklımıza şu soruyu getiriyor: Problem çözen rüyaların, tam olarak neresinde, uyuyan kişi veya beyninin her hangi bir yeri, çözümü kavrıyor?

Esrar, rüyada altıncı ve yedinci boşluklar fark edilince mi, yoksa daha ilk başta resimler sayılmaya başlanınca mı açığa çıkıyor? Beş resmi ve iki boş çerçeveyi sayarak öğrenci, belki de problemi yeniden ortaya koyuyordu; çünkü problem, beş bilinen ve iki bilinmeyenden oluşuyordu. Sayıları sayarken saymanın kendisini çözüme ulaştırdığını fark etmiş olabilir.

Morton Schatzman, New Scientist'den çeviren: Gül Keskin, Bilim ve Teknik Dergisi, Aralık 1983



Henüz erginlik çağına girmemiştim.
Aşk deryasına daldım mı, 30-40 gün hiç bir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim, günlerce
açlığa susuzluğa katlanırdım.

Bir gün babam bana çıkıştı,
'Oğlum, dedi, ben senin bu halinden birşey anlamıyorum; bunun sonu nereye varacak?
Bu davranışlar seni felâkete götürecek.'

Ben ona şu cevabı verdim:
Baba! Seninle benim babalık ve evlâtlık ilişkimiz neye benzer bilir misin?
Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyle karışık bir de kaz yumurtası koymuşlar.
Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman bunlar hep birlikte analarının arkasına düşer giderler, yolda bir göl kenarına raslarlar. Kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendisini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der.
Çırpınmaya başlar. Halbuki kaz yavrusu neşe içinde suda yüzmektedir.

İşte seninle benim aramdaki fark da böyledir.

Şems-i Tebrizi


Yere saplı bir kazığa bağlanmış, çok kuvvetli bir koç vardı.
Şeytan kazığı oynatıp gevşetti ve,
-Bakın, tek yapacağım şey bu, dedi.
Koç kafasını sallayarak gevşetilmiş kazığı söktü. Sahibinin evinin kapısı açıktı ve girişteki kocaman holün sonunda çok güzel antika bir ayna vardı.
Koç aynadaki yansımasını gördü ve koşarak kafa attı, ayna paramparça oldu.
Ev sahibesi hemen aşağı koştu ve güzelim aynasının paramparça edilmiş olduğunu gördü.
Hemen uşaklarına bağırdı,
-Bu koçun kafasını kesin!
Koç ev sahibi adamın özel hayvanı idi. Ve küçükken onu elleriyle beslemişti. Eve geldiğinde çok sevdiği koçunu kesilmiş buldu.
-Koçumu kim kesti, kim böyle korkunç bir şeye cür'et edebilir, dedi.
Karısı;
-Ben kestirdim. Çünkü bana ailemden yadigar kalan antika aynamızı kırdı, dedi.
Öfkeden deliye dönen koca,
- Bu durumda seni boşuyorum, dedi.
Komşuların dedikoduları kadının erkek kardeşlerinin kulağına kadar gitti, ve kız kardeşlerinin bir koç yüzünden boşandığını duyunca çok sinirlendiler, akrabalarını da toplayıp kılıçlar ve tüfeklerle adamın evini basmaya gittiler.Adam geleceklerini öğrenip kendi akrabalarını çağırdı. İki aile arasında kan davası başladı. Bir çok evler yakıldı ve yıkıldı.
Şeytan;
-Gördüğünüz gibi ben ne yapmıştım, sadece kazığı biraz gevşetmiştim. Daha sonra birbirlerine yaptıkları o korkunç şeyler için sorumlu niye ben olayım ki, ben sadece kazığı birazcık gevşettim, dedi.

Bağlı olduğunuz kazıkların sağlamlığını devamlı kontrol edin.

Prof. Dr. Robert Frager (Ragıp Baba, Cerrahi Sufi), Aşktır Asıl Şarap, 
Gönüller Sultanı Sevgili


Ey Gönüller Sultanı Sevgili, Senden başka kimim var ki benim.
Acı bana bugün, kapına geldim ayaklarına kapanmaya geldim.
Tek dileğim Sensin! Sevincim, arzum, neşemsin!
Razı değil Senden başkasını sevmeye gönlüm.
Ey güvendiğim Sevgilim! Efendim! Sultanım!
Aşkım uzadıkça uzadı, kavuşmak ne zaman nasib olacak?
Benim arzum, nimetlerle de değil, cennetteki,
Ne var ki, seni göreyim diye istiyorum cenneti.

İbn Arabî, İlahi Aşk, s.185


Yağmur şiddetini yitirmişti. Az önce camı parçalamak istercesine döven damlalar, güçlü rakibini sert yumruklarla yıkmaya çalışan zayıf bir boksörün yorulup pes etmesi gibi durulmuştu. Saatlerce öne eğilmiş başını yavaşça cama doğru kaldırıp baktı. Küçük damlalar cama çarpıyor ve zikzaklar çizerek aşağıya doğru süzülüyordu. Bir müddet onları izledi. Biraz önceki ağlama krizi durmuş, gözlerindeki yaşlar azalmış, yerini; tıpkı yağmur damlalarının pencerenin camından süzülüşü gibi yanağından yavaşça akıp giden küçük gözyaşlarına bırakmıştı. Ayağa kalkmak istedi ama cesaret edemedi. Halının üstüne yığılıp kalmaktan korktu. Her tarafı titriyordu. Odada hiç durmadan içilen sigaranın etkisiyle bir sis perdesi oluşmuştu. Hemen yanında duran küllükteki izmaritler küçük bir tepeyi andırıyordu.

Gözlerini bir an kapattı. Belki bin defa durmaksızın düşünmesine rağmen olanları tekrar düşünmeye başladı. “Daha dün!” diye geçirdi içinden, “Daha dün her şey ne kadar güzeldi; nerden çıktı bu ayrılık!”

* * *

Küçük bir pastanede kahvaltı yapmışlardı. Her zaman gittikleri bir yer olduğu için pastanenin sahibi yaşlı kadın onları artık çok iyi tanıyordu. Masalarına oturur oturmaz siparişlerini sormadan küçük bir tepsiye iki sade poğaça ve bir simit koymuştu. Delikanlı için poğaça, güzel kız için de simit. Kahvaltılarını bitirdikten sonra sahile giden yolda yavaş adımlarla yürümeye başlamışlardı. Bir yandan yürürken diğer yandan da gelecekle ilgili planlarını heyecanla birbirlerine anlatıyorlardı.

Hava çok güzeldi. O sene bahar erken gelmişti. Sahile geldiklerinde ortalık cıvıl cıvıldı. Hafta sonları hava güzel olduğunda birçok aile çocuklarıyla vakit geçirmek için buraya gelirdi. Böyle havalarda burası bir panayırı andırırdı. Babalarıyla uçurtma yapmaya çalışan iki çocuğun yanlarından geçmişlerdi. Çocuklar dikkatlice babalarını izliyor, her hareketini takip ediyorlardı. Biraz ileride ip atlayan kızların hemen yanında duran küçük bir kız çocuğu dikkatlerini çekmişti. Hüzünlü gözlerle eğlenen ablalarını izliyordu. Belli ki küçük olduğu için onu oyunlarına dahil etmemişlerdi. Ama küçük kız daha sonra kendi yaşıtlarında olan bir grubu gözüne kestirerek yanlarına doğru gitmiş, bir müddet çekingen davransa da daha sonra aralarına katılarak onlarla beraber hoplayıp zıplamaya başlamıştı. Çocuk olmak işte böyle bir şeydi. En küçük bir şey oyunlaşabiliyordu… Çocukları izlerken birden başlarını çevirip göz göze gelmişlerdi. O anda yüzlerinde istemsiz bir gülümseme oluşmuştu. O gülümseme her şeyi anlatıyordu. Birbirlerine daha sıkı sarılarak yürümeye devam etmişlerdi.


Sahilde çocuklarla beraber vakit çok çabuk geçmişti. Bir an için akşam sinemaya gideceklerini unutmuşlardı. Uzun zamandır bekledikleri film vizyona girmişti. Sinemayı hatırladıklarında, biletleri bir gün öncesinden aldıkları için birden heyecanlanmış, alelacele toparlanarak koşar adımlarla yürümeye başlamışlardı. Bu arada tüm bu hengâmenin etkisiyle de gülme krizine girmişlerdi. Nefes nefese salona girdiklerinde film henüz başlamamıştı. Gelecek filmlerin fragmanları gösteriliyordu. Karanlıkta zar zor buldukları koltuklarına oturduklarında derin bir nefes almışlardı. Yüzlerinden gülümseme hiç eksik olmuyordu. Genç kız telefonunu kapatmak için çantasından çıkardığında telefon birden çalmaya başlamıştı. Konuşmak için yanındakilerden izin isteyerek salondan dışarı çıkmak istediğinde delikanlı da onunla beraber gelmek istemiş, fakat kız hemen döneceğini söyleyerek oturması için onu ikna etmişti. Fragmanlar bitip film başladığında aradan on dakika geçmiş fakat genç kız geri gelmemişti. Delikanlı filmi izlemeyi bırakıp dışarı çıktığında ortalıkta kimseyi bulamamıştı.

* * *

Bir anda bu geçmiş düşüncelerden sıyrılarak ayağa kalktı. “Bu kadar kolay olamaz, olmamalı!” dedi. “Onu görmeliyim, evet kesinlikle görmeliyim!” Odadaki dağınıklıktan dolayı güçlükle bulduğu montunu üzerine aldı. Aceleyle ayakkabılarını giydi. Kapıyı açarak hızlı adımlarla merdivenleri inmeye başladı. İçindeki ses devamlı “Bu kadar basit olamaz, olamaz!” diyordu. O’na gidiyordu. Boynuna sarılıp ağlamak istiyordu. “Beni bırakma!” demek istiyordu. Caddeye çıktığında koşmaya başladı. Dün geçirdikleri o güzel günü düşündükçe daha hızlı koşmaya başlamıştı. Uzun bir süre koştuktan sonra yaklaştığını fark etti. Koşması yavaş yavaş yürümeye dönüşmüştü. Yaklaştıkça yürümesi de yavaşlıyordu. “İşte orda.” diyerek durdu. Bir müddet O’nu izledi, izlerken gözleri doldu. Daha sonra tekrar yürümeye başladı. İçindeki ses hâlâ “Bu kadar basit olamaz!” diyordu. Yanına geldiğinde artık kendini tutamadı, sımsıkı sarılıp hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı.

* * *

Mezarlıktaki yaşlı görevli az ilerde sabah dualar eşliğinde defnedilen cenazenin başında, toprak tümseğe sarılarak ağlayan delikanlıyı bir müddet izledi. Ölen kızın hazinli öyküsünü cenazeye katılan yakınlarından öğrenmişti. Genç kız, bir gün önce telefonda babasının kalp krizi geçirdiğini öğrenince aceleyle bir taksiye binip hastaneye doğru yola koyulmuş, bindiği taksi karşı yönden gelen bir otobüsle çarpışarak kaza yapmıştı. Taksi şoförü ve kız olay yerinde can vermişlerdi. İşte her şey “bu kadar basit”ti…

Mezarlık görevlisi kulübesine gitmek için hareketlenmeden önce ağlayan gence tekrar bakarak; “Yine zor bir ayrılık...” diye içinden geçirdi. Kulübeye girdiğinde yağmur şiddetini yeniden artırmıştı…

Mesut Anar

Tavus Kuşunun Hikayesi

Padişah bir gün tavus kuşlarından birini kendi bedenindeki ve kanatlarındaki güzellikleri göremeyecek şekilde üzerine bir deri giydirmeye karar verdi.

Üstelik sadece bir deliği açık olan kapalı bir kafesin içine konulmasını ve hayatta kalıp kuvvetini elden vermemesi için önüne bir miktar yem bırakılmasını emretti.

Böylece uzun bir zaman geçti. Tavus kuşu kendisini, padişahı, bağı ve diğer tavus kuşlarını unuttu. Kendisine baktığı zaman yalnızca değersiz bir deriden ibaret olduğunu ve karanlık bir yuvada yaşadığını görüyordu. Hatta bu deriden daha uygun bir beden ve içinde yaşadığı bu karanlık kafesten daha iyi bir yuvanın olmadığını kendince kabullenip inandı. Eğer biri yaşadığı bu hayattan daha iyi bir hayatın olduğunu ve yaşadığı yerden daha güzel bir yerin olduğunu iddia etse bu sözlerini küfrünün ve cehaletinin göstergesi olarak kabul edecek duruma gelmişti.

Ama bazen rüzgar estiğinde ağaçların, filizlerin, menekşelerin, yasemenlerin, diğer çiçeklerin ve bitkilerin kokusu yaşadığı kafesin deliğinden içeri sızınca ıstırap hissiyle birlikte anlatılamayacak bir lezzet duygusu tüm bedenini kaplıyor, neşeyle doluyordu. Ama bu şevkin neden kaynaklandığını bilmiyordu. Zira her şeyi unutmuştu. O deriden başka bir giysi o kafesten başka bir alem ve o yemlerden başka bir yem tanımıyordu. Ancak tavus kuşlarının seslerini, ötüşlerini ve diğer kuşların nağmelerini işitince yine o şevk ve isteği fark ediyor ama bu latif rüzgarın kaynağını hatırlamıyordu. Tavus kuşu uzun müddet bunların kaynağı hakkında düşündü: “Acaba bu güzel kokan rüzgar nedir? Bu güzel sesler nereden geliyor?”

Kendisini vatanını unutmuş olması onu cahil kılmıştı.

“Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuştur.” (Kur'an-ı Kerim, Haşr suresi, 59/19. ayet)

Ama ne zaman bağdan bir rüzgar esse ve kuş seslerini işitse içinde sebebini anlayamadığı bir özlem duyuyordu. Padişah “Kuşu o kafesten ve deri posttan çıkarın.” emrini verene kadar tavus kuşu günlerini bu şaşkınlık içinde geçirdi.

“Kabirlerinden çıkıp Rablerine doğru koşuyorlar” (Kur'an-ı Kerim, Yasîn suresi, 36/51. ayet)

Tavus kuşu o kafesten kurtulunca bağının ortasında olduğunu fark etti. Kendi bedenine, bağın güllerine, fezasına ve dinlenme yerlerine baktı. Farklı kuş türlerinin seslerini ve ötüşlerini gördü. Kendi haline üzüldü.

“İşlediğim kusurlardan dolayı yazıklar olsun bana!” (Kur'an-ı Kerim, Zümer suresi, 39/56. ayet)

“Perdeni üzerinden kaldırdık. Bugün gözlerin pek keskindir.”
(Kur'an-ı Kerim, Kaf suresi, 50/22. ayet)

Şehabeddin Sühreverdi (ö. 1191), "Cebrail'in Kanat Sesleri"
Çeviren: Sedat Baran, 2006, Sûfi Kitap


Blogger tarafından desteklenmektedir.