Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim.
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim;
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.

Ömer Hayyam
Aşk her âşıkın kalbinde eskiyor;
Leyla'ya olan aşkım ise ben yaşadıkça tazelenmekte...

Rabbim! Artık beni ona sevdir, veya bana onunla şifa ver.
Yoksa kalbimin çektiği çileden artık dinlendirileyim, Rabbim!...

İskender Pala
Rabbim, diye, devam etti Yûsuf duasına. İstemeyi istemek kadar, istememeyi istemek de zor. Biliyorum ki katından bir koruma dökülmezse varlığıma, nefsimin altından kalkamam. Son hızla aşağı doğru ilerleyen bir teknenin içinde yukarı doğru koşarak Bahr-i Umman'ı aşamam. Benim tedbirim senin takdirinden küçüktür.


Böyle dua edince Yûsuf, ona Rabbinden bir işaret geldi. Her şeyin kalpte başlayıp kalpte bittiği mevsimde, her şeyin kalpteki rengine göre isim aldığı yerde. Masun ve masum olan Yûsuf bu duayı etmiş olabilme yürekliliğiyle peygamberdi. Ve o iffet demekti.

Nazan Bekiroğlu, "Yusuf ile Züleyha"
Dört nesildir ud yapımı ve çalımında ustalaşmış Filistinli bir ailenin çocukları Samir, Adnan ve Wissam Joubran kardeşler. "Masar" adlı bu enstrümantal parçalarında topraklarındaki hüznü notalara dökmüşler...


Gülüş bir yanaşım'dır bir öbür bir kişiye;
Bir'den iki kişiyi döndürür bir kişiye..
Anılarından kale yapıp sığınsa bile,
Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.

Özdemir Asaf
Mavi tükendi… Renklerin en neşelisini ve en çocukçasını yitirdik. Göz ve gönül aydınlığımız; içimize ümit, özgürlük ve sonsuzluk duygusu getiren renk uçup gitti. Karardık.

Maviyi sever miydiniz; şu, renklerin en çok doğup en çabuk ölenini? Mavinin ‘su rengi’ demek olduğunu bilir miydiniz? Adını sudan aldığını, sonra gökyüzüne ağarak oradan suya ve insanlara gülümseyip d
urduğunu… O gülümseyiş ki yer üstünde yaşamın tellerine dokunmuş ve müziği başlatmıştır. Bu sayede yaşamak; mavi, müzikli bir yolculuk olmuştur. Güzel ve şirin olan ne varsa hayatımızda, üzerine biraz mavi serpilmiş, hücrelerine, atomlarına maviler işlemiştir.

“Gün olur başıma kadar mavi
Gün olur başıma kadar güneş
Gün olur deli gibi…”

Mavi işte, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır mavi… Su gibi, rüzgâr gibi. Gözbebeklerimizde, saçlarımızın telinde ve avuçlarımızda serinlik. Serinliğini yeşilden almış olmalı; yeşil ile menekşe rengi arasında doğar çünkü o.

Perdeleri açıp dünyasına girelim mavinin. Bulutsuz gökyüzü rengi. Çocukların uçurtma şenliği, kuşların süzülüş çılgınlığı, dağların göğe yükselişi ve ayaklarımızı yerden kesip bizi gökleri çağıran hafiflik. Birazcık, avuç içi kadar gökyüzü mavisi için, zindanların çatısından, gökdelenlerin penceresinden sızacak bir tutam mavilik için neler vermeyiz? Uçsuz bucaksız bir mucizedir gökyüzü mavisi. Bulutlar şöyle yırtılıverince gördüğümüz, görüp de yeniden doğmuş gibi sevindiğimiz ânın tarifsizliği…

Deniz mavisi, kararsız ve hırçın. Aşk gibi, verem gibi işler içinize. Kâh yeşile, kâh su rengine dönüşerek çılgına çevirir insanı. Ah, gece mavisi. Gizemli… siyah saçlarına dolanmış gecenin. Yaz akşamlarının iç serinliği, yıldız şavklarına vuran şarkılar. Ya peygamberçiçeği mavisi! Mavinin bahar kokusu kırlarda, ekin tarlalarında. Renkli bir bahar aydınlığı… Mavinin en koyusu, şehirli ve evcil olanı boncuk mavisidir. Çinilere işlenince sabırla büyülenen aşk ve sanat rengi. Ve turkuaz, mavinin yeşille oluşturduğu cümbüş. Taşa değer katan, taşa serinlik kazandıran asıl mavi… Maviler saymakla bitmez, masal gibi bir dünyanın içine çeker insanı.

Mavi… Tüm renklere can üfleyen yaramaz çocuk, yaşamın rengi, tadı, cazibesi velhasıl ta kendisidir. Rengini yitirmiş bir yaşamak neye yarar?

İşte şehirler bir bir yitiriyor mavisini. Rengi gittikçe kararıyor dünyamızın. Mavinin perdeleri kapanıyor. Hani gökyüzü, hani paldır küldür bulutlar, hani yağmur sonrası yedi renkli gökkuşağı? Kuş oldu, uçup gitti hepsi. Göğe baksam, suya baksam, nereye gitsem mavilik görünmüyor. Şehirde sis, şehirde duman, şehirde griler ev siyahlar. Tadını ve doğallığını yitirdi her şey. İçine mavi sızmayan yiyecekler acı, rengine mavi vurmayan sular içilmiyor. Saçlarına mavilik inmemiş çocuklar çelimsiz… şehirlilerin gözlerine mavi ışıklar, yüzlerine gülümseme değmiyor.

Kitaplar yalan söylüyor çocuklara. Şiirler, öyküler yalan… göğün mavi mavi gülümsediği yok. Bir gün çocuklar isyan edecek bu yalanlara. “hani mavi gök, hani dalın yeşili, masmavi deniz nerede?” diyecekler. Bir gün, “Mavinin Tarihi” diye bir ders okutulacak belki. Mavinin tarihi, mavinin ölümü diye. Mavinin tarihinde, uçurtmanın tarihini okuyacak çocuklar.

Yine bir gün, maviyi hiç tatmadan ölenler olacak. Hiç yaşamadan ölenler olacak bir gün. İnsanlar denizi ve suyu görecek, gökyüzüne bacaklar; ama bir tutam renk, bir avuç mavilik görmeden; ümit nedir, hayâl ve özgürlük nedir bilmeden göçüp gidecekler. Ümidin, hayâlin ve özgürlüğün maviye çaldığını kimseler bilmeyecek?

Şimdi siz, rengi eksilmiş dünyanın insanları! El kadar mavi görünüyorsa pencerenizden, hele başınızı kaldırınca masmavi, çılgınca bir gökyüzü görebiliyorsanız bir yerlerde, şükredin. Gözbebeklerinizde biriktirin o maviyi, hücrelerinize çekin. Ve bizler için, bir de şehirlerin grisinde yitip giden çocuklar ve kuşlar için doya doya seyredin gökyüzünü.

Ali Çolak
Bakışlarını iç dünyasına çeviren insan, şuurunun mağarasında kendi gölgesiyle karşılaşır.

Cemil Meriç
İnsan değil de ağaç olsam
Dallarımın arasından rüzgar esse
Yapraklarım, çiçeklerim meyvelerim olsa!
Mevsimleri yaşasam...
Köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.
Kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar...
Böcekler, karıncalar yollansalar içime...
Çürütseler oralarımı,
Ballarım, sakızlarım olsa
Gövdeme bir insan yaslanıp uyusa...
Ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam...

Erkan Oğur
İnsanlığın tüm doktorları seni tedavi etse de,
Leyla'nın kelamı olmadan şifa bulamazsın.

Ebû Hilâl el-Askerî
Bir gün, güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar ve dediler, 'haydi denize girelim.' Giysilerini çıkartıp suda yüzdüler. Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp, güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı, kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti güzellik. O gün bugündür, erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, gözlerinden tanırlar çirkinliği.

Halil Cibran
Sen eskisin ey aşk. Çok eskisin. Eskicilerin alıp satamadığı kadar yeni, insanlık tarihi kadar eskisin. Her yerde, her yürekte farklı bir elbiseyle çıkıyorsun karşımıza. Ama hep aynısın. Senin adını kim koymuş bilmiyorum. Ama her yerde hazır bekliyorsun. Ve aslında yenisin, yepyenisin. Bu kadar yeni olmasan, bu kadar dolaşık olur muydu ayaklarımız senin yolunda. Kimse aşkın ustası olamadı, kimse seni kuşatamadı. Kimse tedirginliğini bırakamadı senin yanında, kimse kalbini sakin kılamadı kucağında. Hep acemi hep acemi olduk yolunda.

Senai Demirci
Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki; bir bütün olarak içimize sığmaz. Sevdiğimiz insana doğru karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey; kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür. Bizi gidişden daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebi ise, kendimizden çıktığını fark edemeyişimizdir.

Marcel Proust
Baka kalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize dünya güzel
Serde erkeklik var, ağlayamam

Orhan Veli Kanık





Aşk, evvela Allah’tan kuladır.
Allah kulu sever, sonra kul Allah’ı.
... Allah’ı tanımak ancak aşk ile mümkündür.

İskender Pala, "Aşka Dair"
Bağlama ve gitarın güzel uyumu Özgür Ölmez'in güzel yorumuyla birleşince ortaya etkileyici bir eser çıkmış.

Turnam gidersen Mardin'e
Turnam yare selam söyle
Karlı dağların ardında
Turnam yare selam söyle

Turnam gidersen Aktaş'a
Karlı dağlar aşa aşa
Hem kavime hem kardaşa
Turnam yare selam söyle


Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim. 
 

Ahmet Hamdi Tanpınar 

Yanarak var olmayı kabullenmekle sönerek yok olmak arasında yapılacak seçimden ibaretti bütün hikâye.

Nazan Bekiroğlu, "İsimle Ateş Arasında"


Gonca güller gibisin
Sen baharın ilk günüsün
Dinle ruhum dinle
Sesini duysun...

Erkan Oğur



Hiçbir vakit tam karanlık değil gece.
Kendimde denemişim ben,
kulak ver, dinle.
Her acının sonunda açık bir pencere vardır,
aydınlık bir pencere.
Hayal edilecek bir şey vardır
...

Paul Eluard (Fransız şair ö. 1952)
Türkçesi: A. Kadir
Bir derviş baba, mahallesindeki kahvehanenin önünden geçiyormuş, orada bulunanlardan biri onu işaret ederek;

- Bu adam var ya bu adam, başına ne gelirse gelsin ne görürse görsün “eyvallah Allah'tandır" deyip geçer demiş. Kahvehaneye yeni yeni alışan çaylaklardan biri de,

- Yani ben şimdi şu ensesi kalın kocaman adama, bu çelimsiz halimle gidip bir tokat atsam Allah'tandır deyip eyvallah mı edecek demiş.

- Ne zannettin demiş diğeri.

Bunun üzerine adam denemeye karar vermiş. Usulcacık derviş babaya yaklaşmış ve ense köküne şamarı yapıştırmış elinin ayarı da bir hayli kaçmış. Tokadın sesi yankılanırken hazret hışımla arkasına dönmüş. Korkudan dizlerin bağı çözülen acemi çaylak güç bela;

- “Baba erenler Allah'tan Allah'tan” demiş,

Derviş Baba:

- "Korkma korkma, Hak'tan olduğunu biliyorum da ben, hangi yezidi musallat etti diye bakıyorum" demiş.
Yalnız açığa çıkan ışığı görebiliyorsan,
Yalnız söylenen sesi duyabiliyorsan,
Ne görebiliyorsun,
Ne duyabiliyorsun.



Halil Cibran (ö.1931)
Vakit varken tomurcukları topla, zaman hala uçup gidiyor ve bugün gülümseyen bu çiçek yarın ölüyor olabilir…

"Ölü Ozanlar Derneği" filminden
İranlı santur ustası Siamak Aghaei

 

Nice kuvvetli, nice üstün akıllar vardır ki, aşkın havası onları mağlup etmiştir. Çünkü sevda aklın kulağını büktükten sonra, akıl bir daha baş kaldıramaz...

Sadi Şirazi, "Bostan ve Gülistan"
Sultan II. Bayazıt 1484′de Edirne’de bir "Darüş-Şifa" yapılmasını emretti. Mimarbaşı Hayrettin Ağa dört yılda külliyeyi tamamladı. Bu külliyenin Darüş-şifa bolümü bir tıp fakültesi ve akıl hastalarının tedavi gördüğü hastane bölümünden oluşuyordu.

Kurum, bilimsel metotların yanı sıra, en etkili araç olarak Türk müziği makamları kullandı. Henüz Avrupa’nın ruhsal sorunları hastalık olarak görmediğı ve bu türden hastalara cinli , “ruhunu şeytana satmış” gibi horlayıcı yaklaştığı bir dönemde, Edirne Darüş-şifa’sında akıl hastalıkları için çok yönlü ve ileri sayılacak iyileştirme yöntemleri uygulanıyordu. Bu yöntemler, ilaçla, meşguliyetle, telkinle, su sesi ve müzikle tedaviydi.

Kubbeli, büyükçe ve ortasında fıskiyeli havuzlarından akan su şırıltısının hiç eksik olmadığı odalarda “toplu tedavi yöntemi” uygulanır, Evliya Çelebi‘nin anlattıklarına göre “haftada 3 gün, 10 kişilik musiki grubu hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def’i sevda” amacıyla fasıl geçerlerdi.

Gerçekten de Türk musikisi makam ve ritm özellikleri açısından dinleyenler üzerinde rahatlatıcı bir etki bırakır. Rast, segah, nihavend gibi pek çok makamı, ney, tambur, kemençe gibi çalgılar, kudümün hoş tınısı apaçık bir dinlendirici etki sağlar. Peşrevler, saz semaileri, karlar, besteler, şarkılar hep dingin bir ruh halinin, hülya dolu bir iç huzuruna varışın hazırlayıcılarıdır.
"Bireysel Silahlanmaya Hayır" konusuyla ilgili hazırladığım bir afiş çalışması




Dertli insanın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.

Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.

Mevlana, "Mesnevi - III"
Nereye gidersen git,
bulacağın aydınlık
zihninin aydınlığı kadar olacaktır.

Cemil Meriç
Leyla'yı geçme faslındayım
Mevla'yı bulma yollarında




Ah efendim önemi yok halimin
Seyrederim hayret ile şu alemi
Ne bilinir kıymet ne kıyamet
Allah'a emanet ne gelir elden

Ne sahibim bu yerde ne kiracı
Sadece bir ömürlük misafirim ben



"Allah'ı bulana kadar ellerimle her yere dokunacağım ve bulduğumda da, kalbimin bütün sırları dâhil, herşeyi anlatacağım."



Müzik: Mohsen Namjo

ferfecir
Aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş, kıyamete kadar sökülmez imiş.

İskender Pala, "Kitab-ı Aşk"
Bir gün bir kral, ama halkı tarafından sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar birbirinden güzel resimler yaparlar. Sonunda eserleri saraya teslim ederler.

Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir. Resimlerden birisinde sükunetli bir göl vardır. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyorlardı. Resme kim baktı ise onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.


Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiç de huzurlu gözükmüyordu. Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise anne bir kuşun örttüğü bir kuş yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyordu. Harika bir huzur ve sükun örneği.

Ödülü kim kazandı dersiniz. Tabi ki ikinci resim. Kralın açıklaması şöyle idi:

Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmaması ve sıkıntının olmadığı yer demek değildir. Huzur bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükun bulabilmesidir.
İbnü'l-Kayyum el-Cezviyye'nin Ravzatu'l-Huhibbîn ve Nüzbetü'l-Müştakîn'inde sevgi karşılığı olarak mahabbet (muhabbet) kelimesinin hangi kökten geldiği incelenip her köke göre değişik anlamları veriliyor. Şöyle sıralamak mümkün:

  • Habebe (parladı) kökünden muhabbet, "temelinde saflık ve berraklık bulunan şey."
  • Habâb (şiddetli yağmur sonucu su yüzünde oluşan kabarcık) kelimesinden, "kalbin sevgiyle karşılaştığı anda kendinden geçerek kabarması ve taşması."
  • Habbe (çekirdek, öz, dane) kelimesinden, "her şeyin çekirdeği ve özünün sevgi olması."
  • Hubb (geniş kap) kelimesinden, "Sevenin kalp denen kabında sevgiliden başkasının olmaması, sevgi yükünü bu kabın taşıması.

Evet!.. Bu kadar dallı budaklı anlamların hepsi tabiî ki muhabbeti, dolayısıyla sevgiyi ifade edebilir. Ancak bir kelime daha vardır ki, biz mahabbetin asıl bu kelimeden türediğini kabul ediyoruz. Yahut gönlümüze o daha uygun düşüyor: Bu kelime Hibb'dir. Yani "hibe etmek, adamak."

İskender Pala, "Gözgü"

Marjan Vahdat, Mevlana'nın "Bensiz Gitme" şiirini yorumluyor.



Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda,
ne "hayır" demek zor gelir, ne de "evet" demekten çekinirsiniz.

Ve o sessiz kaldığında,
kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir.
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca,
tüm düşünceler, tüm arzular ve beklentiler,
gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.

Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız;
çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın,
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...

Halil Cibran, Ermiş

Şarkı Donnie Darko isimli filmin, film müziği olarak yayınlanmış. kurgu gerçekten çok güzel..
 ferfecir


Leyla sevmek hoştur amma
Mecnun olmak başkadır başka
Şarap içmek hoştur amma
Ayık olmak başkadır başka 


Yare varmak hoştur amma
Yaren olmak başkadır başka
Ateş olmak hoştur amma
Yanık olmak başkadır başka

Talip olmak hoştur amma
Dengin bulmak başkadır başka
Aşık olmak hoştur amma
Sadık olmak başkadır başka
*  Bir kuş uçtuğu sürece kuştur.
*  Kanatları olmazsa uçamaz ve hasta olur.
*  İnsan da kapasitesini ve yaratıcılığını kullanmadığı sürece hastadır aslında.
*  ... herkesin içinde yakılmayı bekleyen bir ışık vardır.
*  Bu ışığı açık tutabildiğimiz sürece gücümüzü de sonuna kadar kullanabiliriz.

Robert Frager/Kalp Nefs ve Ruh
(Amerikalı Terapist ve Cerrahi Sûfi)


Ali Rıza Bayzan'ın yayın aşamasındaki "Sûfi ile Terapist" adlı kitabından


Hiç ummadığın yerde,
nâgâh açılır perde,
derman erişir derde.
Mevlâm görelim neyler,
neylerse güzel eyler.

(nâgâh: ansızın)

Erzurumlu İbrahim Hakkı


ferfecir 
Züleyha, Yûsuf'a bir mektup yazmaya başlayınca; Yûsuf diye başladı, Yûsuf diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın nâmesinde ser-nâmeden öte kelâm yok. Ve Züleyha'nın lügatinde Yûsuf'tan öte sözcük yok.

Nazan Bekiroğlu, "Yusuf ile Züleyha"
ve zaman akıp gidiyorken
hayat ipliğine dizilmiş saniyeler
çektikçe kapanırken ömür sayfaları
o toprak kokan sokak nerde
nerde o masum gözyaşları

Mesut Anar
Blogger tarafından desteklenmektedir.